
Fazilet Şenol / Milliyet.com.tr – İstanbul’un Fethi sadece bir şehrin alınışı değil, tarihin yön değiştirdiği andı. 29 Mayıs 1453 sabahı, İstanbul’un kapıları Osmanlı’ya açıldığında bir çağ kapanıyor, bir başka çağ başlıyordu. Fatih Sultan Mehmet’in bir ‘şehzade’ olarak başlayan kırılgan iktidar hikâyesi, 29 Mayıs 1453 sabahı Ayasofya kubbesinin altına attığı adımla başka bir kimliğe büründü. Peki, o dönüşümün görünmeyen mimarlarından biri gerçekten Akşemseddin miydi? Tarihçi-Yazar Prof. Dr. Haşim Şahin, “Akşemseddin’le Fatih’in ilişkisi menkıbelerde geçen gibi değil”diyerek fetihle ilgili yanlış bilinenleri arşiv kaynaklarıyla Milliyet.com.tr’ye anlattı.
İLK YENİLGİ KARAKTERİNİ ŞEKİLLENDİRDİ
Fatih Sultan Mehmet’in ilk tahta çıkışı, zorluklarla başlamıştı. Ordu onu tanımıyordu, bürokrasi güvenmiyordu. Çandarlı Halil Paşa gibi kudretli figürler, genç padişahı yönetilebilir bir figür olarak görüyordu. Avrupa’da ise ‘çocuk padişah’ olarak küçümseniyordu. Fatih için başarısız ve tecrübesiz padişah imgesi oluştu. Nitekim tahta ilk kez oturduğunda kısa sürede babası II. Murad’a yeniden devretmek zorunda kaldı. “Eğer sen padişahsan gel tahta otur, eğer ben padişahsam tahta geçmeni emrediyorum” olayının aslında yaşanmadığını, olanları yumuşatmaya yönelik bir hikâye olduğunu belirten Prof. Dr. Şahin, Fatih Sultan Mehmet’in ava gönderildiğini ve geldiğinde tahta babasının oturduğunu söyledi. Sultan Mehmet bu duruma itiraz da etmedi çünkü tahtın kendinden başka varisi yoktu. Prof. Dr. Haşim Şahin’e göre bu ilk yenilgi, Fatih’in karakterini şekillendirmişti.
KAMUOYUNU ARKASINA ALMASI GEREKLİYDİ
İşte bu sebeple İstanbul’un fethi olmazsa olmazdı. Fatih Sultan Mehmet hazırlıklarını buna göre yaptırdı. Rumelihisarı’nın yapılması, Şahi toplarının dökülmesi bu adımlardan bazılarıydı. Ancak yalnızca askeri değil, sosyal-siyasal zemini de hazırlamalıydı. Zira fethin karşısında yalnızca Bizans değil, içerideki güç odakları da vardı. Özellikle Çandarlı Halil Paşa, İstanbul’un fethine karşıydı. Nedeni para mıydı yani Çandarlı, Bizans’tan rüşvet mi almıştı? Prof. Şahin bu iddiaları şöyle yorumladı: “Çandarlılar zaten çok zengin bir aileydi. Rüşvetle motive olacak tipler değiller. Onların kaygısı, fethin başarısız olması durumunda Osmanlı’nın topyekûn Avrupa karşısında zayıflamasıydı.“
Bu direnci kırmanın yolu ise kamuoyu oluşturmaktı. Burada devreye dönemin en güçlü tarikatlarından biri olan Bayramiyye giriyordu. Bayramiyye tarikatı, kurucusu Hacı Bayram-ı Veli olan Anadolu’nun orta sınıf Türk kesimine –esnafa, ahilere, çiftçilere– hitap eden, derin bir halk köklenmesine sahip bir yapıydı. Bayramileri o dönemde müderris kökenden gelen çok güçlü, aynı zamanda çok iyi derecede tıp bilgisine de sahip olan halkın çok geniş bir kesiminin saygı duyduğu bir şeyh yönetiyordu: Akşemseddin.
“YA SEN BENİ ALIRSIN YA BEN SENİ’ SÖZÜ BİR MEYDAN OKUMA DEĞİL”
Bu sebeple İstanbul kuşatması başladığında, Akşemseddin yalnızca dua etmekle kalmadı, çadırda kuşatma hattındaydı. Bayramiye dervişleri cephede fiilen yer aldı, bazıları şehit düştü. Bu, Osmanlı’daki sufilerin fetih geleneğine katılımının bir devamıydı, tıpkı Bursa kuşatmasında yer alan Geyikli Baba gibi. Ancak Prof. Dr. Şahin’in işaret ettiği asıl kırılma noktası, kuşatma sırasında yaşandı. 54 günlük kuşatmanın 20. günü, üç Ceneviz ve bir Bizans gemisi Osmanlı donanmasını yararak Haliç’e ulaştı. Dışarıdan 4 gemilik bir yardımın gelmesi demek savunma motivasyonunun çok yükselmesi anlamına geliyordu ve gerektiğinde yardım alabilecekleri kanaati de oluşturdu. Bu durum Osmanlı için kabul edilebilir bir durum değildi. “Fatih Sultan Mehmet’in meşhur portresi vardır ya atını denize sürüyor ve ‘Ey istanbul ya sen beni alacaksın ya ben seni’ diyor. İstanbul’un fethiyle ilgilenen tarihçiler ve Osmanlı severler bunu İstanbul’a bir meydan okuma gibi anlatıyorlar” diyen Prof. Dr. Haşim Şahin, bu olayı “Aslında bu bir meydan okuma değildir. Nedir biliyor musunuz? Fatih, en başından itibaren İstanbul’un fethinin kendi iktidarı için bir var olma mücadelesi olduğunun farkında. Tabii ki iktidarını kaybetmeyecek başka alternatifi yok ama iddianızdan vurulmuş oluyorsunuz, itibarınızı kaybediyorsunuz, otorite kaybediyorsunuz ve Fatih olmuyorsunuz” diyerek yorumladı.
Gemilerin Haliç’e girmesiyle morali bozulan Fatih Sultan Mehmet bu süreçte İstanbul’un fethinin müjdecisi olan Akşemseddin’e gitti ve ona serzenişte bulundu. Prof. Dr. Şahin, “Bunu nereden anlıyoruz? Çadıra gittiğini söylüyorlar. ‘Hani fetih olacaktı, neden olmuyor?’ diye. Şeyh de bir cevap vermiyor orada sultana. Bir cevap vermemesi de normal, biz çok anlam yüklüyoruz din adamlarına. Sultanı da dizinin dibindeki mürit gibi görüyoruz ama öyle değil. Yani sultan her zaman sultandır ve hayatınız sultanın iki dudağının arasındadır, kim olursanız olun. Bu sebeple şeyhler de o riske de girmek istemezler. Yani bazen dostluğa binaen sesinizi yükseltebilirsiniz ama sultan sultanlığında kalır, tebaa tebaadır. O an bir şey demese de yazıyor. Akşemseddin’in yazdığı bu mektup Topkapı Sarayı Müzesi’nde mevcut” dedi.
‘AKŞEMSEDDİN’İN MEKTUBU FETİH İÇİN ÖNEMLİ’
Prof. Dr. Şahin’e göre buradaki mektup, içerik açısından çok önemli. Çünkü Akşemseddin’in en az Fatih kadar kuşatmayı yakından takip ettiğini, hatta bir adım daha fazla orduyu da çok iyi analiz ettiğini gösteriyor. Mektup bir doktor edasıyla teşhisle başlıyor: ‘Bu gemi hadisesi kötü oldu.’ Ardından net tespit geliyor: ‘Orduda sizin görüşünüze olan inanç sarsıldı’ ve Akşemseddin reçetesini veriyor: “Yumuşaklığı bırakın, görev değişiklikleri yapın, münafıkları ayıklayın. Çünkü gerçek mücahitler savaşmıyor, sadece ganimet umuduyla bekliyorlar.” Mektubun sonunda da fethin gerçekleşeceğini, rüya gördüğünü ayetlerle örnekleyerek bitiriyor.
Topkapı Müzesi’nde bulunan Akşemseddin’in mektubu
Bu sebeple Fatih bu mektubu dikkate aldı. Komutan değişikliklerine gitti, Baltaoğlu Süleyman Paşa görevden alındı, Çandarlı Halil Paşa etkisizleştirildi ve fetih hazırlıkları yeni stratejilerle sürdürüldü. “Yani bu mektup, güçlü bir tarikat şeyhinin en az sultan kadar orduyu analiz ettiği ve içeriğine vakıf olduğu, kimin ne şekilde davrandığını, emir komutasındaki aksaklıklardan bile haberdar olduğunu göstermesi bakımından önemli” diyen Prof. Dr. Şahin, mektubun Osmanlı padişahı için bir kırılma noktası olduğunu ancak Akşemseddin’le Fatih Sultan Mehmet’in ilişkisinin bilindiği gibi olmadığını şu sözlerle ifade etti:
“Çünkü Akşemseddin tavsiyelerini dinliyor, görev değişiklikleri yapıyor. Fetih konusundaki kararlılığını net bir şekilde ortaya koyuyor. Ve fetih gerçekleşiyor. Bu kararlılığı ortaya koymasında Akşemseddin ve onun yazdığı mektubun etkisi olduğunu düşünüyorum. Ancak Bayramiler bu önemi, Fatih sonrasındaki dönemde daha geri planda kalınca literatürü biraz fazlaca abartmış. ‘Hem Akşemseddin Fatih Sultan Mehmet’in hocasıydı hem de bu fetih Hacı Bayram Veli tarafından Akşemseddin’e müjdelenmişti’ gibi menkıbelerle bir şekilde abarttıklarını görüyoruz. Ben bunu fetihten 50-100 sene sonra tarikatın geri planda kalması dolayısıyla geliştirdiği bir savunma kalkanı olarak görüyorum. Aslında şu mesajı veriyorlar: ‘Ya siz bugün bizim kıymetimizi bilmiyorsunuz ama Fatih Sultan Mehmet’in hocası Akşemseddin’di. Zaten Edirne’ye gittiklerinde fetih onlara müjdelenmişti’ gibi biraz daha kendilerini ön plana çıkaran bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu Bayrami literatürünün unsuru. Ancak bu Akşemseddin’in Fetih’te rolü olmadığı anlamına gelmez ya da ‘Fatih Sultan Mehmet önem vermiyordu’ denilmesi doğru değil.”
‘MENKIBELER KRONOLOJİK GERÇEKLİĞE UYMUYOR’
Prof. Dr. Şahin’e göre, Akşemseddin’in Manisa ya da Edirne’de Fatih’e hocalık yaptığına dair tarihi bir kanıt bulunmuyor. Akşemseddin’in hayatı incelendiğinde Kavak, İskilip, Ankara ve Beypazarı çevresinde yaşadığı, Edirne’ye hiç gitmediği biliniyor.
Prof. Dr. Şahin, Bayramiyye kaynaklarında geçen meşhur bir menkıbeye de eleştiri getirdi. Rivayete göre, Sultan II. Murad Edirne’de Hacı Bayram Veli’ye İstanbul’un ne zaman fethedileceğini sorar. O da, yanındaki beşikteki bebeği yani iddiaya göre Fatih’i gösterip “Biz göremeyeceğiz ama o görecek” der. Ancak bu anlatının tarihsel olarak tutarsız olduğunu belirten Şahin, Hacı Bayram Veli’nin 1429’da vefat ettiğini, Fatih Sultan Mehmet’in ise 1432’de doğduğunu hatırlattı. Yani, Fatih henüz doğmamışken beşikteki bir bebekle fethin müjdelenmesi mümkün değil. Bu durumda beşikteki çocuk Fatih değil, belki abisi Alaaddin Çelebi olabilir.
‘FATİH ÇOK ZEKİ BİR PADİŞAH’
Prof. Dr. Şahin, bu tür anlatıların tarihsel kronolojiyle uyuşmadığını ve menkıbelerin eleştirel gözle değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek sözlerini şöyle noktaladı: